TREN
 " Yağmur sinmiş toprağa
    usulca geceden
    su içiyor göçmen kuş
    ölü bir askerin
    ters dönmüş miğferinden
"
Sunay Akın

Makiler / Miğfer
İLETİŞİM
Hakkında

Sokakları yokuş olan Trabzon’un, düz yer özlemiyle yapılan teraslı evlerinin birinde geçti çocukluğum. 1969’un 20 Temmuz gecesi, Ay’daki insanı görürüm umuduyla o terastan baktım gökyüzüne. O yıllarda dedeler şapkalı ve bastonlu olduğu için Şarlo’ya da aynı terasta özenmem zor olmadı. Saatli Maarif Takvimi’nin yapraklarının arkasına yazılı şiirleri okudum. İlk şiirimi, gardroptaki boş bir askıya yazdım ve ‘üşümüyor musun?’ diye sordum. Terzi babamın dükkanından aldığım kumaş parçalarını haritalardaki ülkelere benzeterek ceplerime doldurur, dünyayı ceplerimde taşıyacak kadar güçlü olduğuma inanırdım. Gördüğüm tüm telefon kulübelerine girdim, çıktım.. Ama, Süpermen’e uçma gücünü veren o sihirli telefon kulübesini hiç bulamadım! Trapezcilerin pelerinlerini çok sevdim bir de.. Kanatları olmadığı için uçmanın sırrının pelerinde olduğunu düşündüm ve bir gün evdeki bir perdeyi boynuma asarak çıktım sokağa. Annemin sesindeki sert rüzgarla da eve döndüm!

İstanbul’u ilk kez 7 yaşında gördüm ve babamın beni götürdüğü ilk yer de Arkeoloji Müzesi oldu. Trabzon’a geri dönünce bir çekmeceye annemin yüzüklerini, kolyelerini, küpelerini koyarak arkadaşlarımla ‘müzecilik’ oynamak için sokağa çıktım. Oyun ‘Süpermencilik’ gibi çok uzun sürmedi!

Televizyondaki bir diziyi hiç kaçırmadım. O dizi başlamadan önce ekran ile arama çamaşır leğenini koyardım ve seyrederken başımı sürekli olarak suya daldırdıp, çıkarırdım. Bu yüzden, Kaptan Cousteau’nun arkasında, ona en yakın yüzen dalgıç olduğuma inandım.. Ama kendini sürekli olarak ‘Çocuk Ruh Doktoru’nun karşısında buldum!

Yağmur suyundan okyanuslara, derelerden göllere yaptığım binlerce kağıt gemiyi bıraktım. Sonra, bu işten emekli oldum. Bu yüzden ilk ünvanım ‘kağıt gemilerden emekli kaptan’dır.

Futbolda doksan dakika arkadaşlarına sırt çevirmeyen tek oyuncu olduğu için kaleciliği sevdim. Hezarfen Ahmet Çelebi ve Süpermen olamadım ama kaleci olarak uçtuğumda kimse beni yadırgamadı.

Üniversite yıllarında, Cağaloğlu yokuşunu çıkan şairlerin ve yazarların iki, üç adım arkasından yürüdüm; sohbetlerinden yere düşen sözcükleri toplamak için. Kız Kulesi’ne çıkarak, bu tarihi mekanı ‘Şiir Cumhuriyeti’ni ilan ettim. Hayallerimi anlattım ama o yeri bile çok görüp, şiir akşamları, resim sergileri, konserler düzenlediğim küçük adadan kovuldum. O günden beri, Şiir Cumhuriyeti’nin devrik Cumhurbaşkanı olarak yaşıyorum.

Hayatımdaki en önemli ödül ise Cemal Süreya’nın benim için ‘İlk şiirlerinden biriyle uçtu çocuk’ demesi oldu...

Uçmak!..

Bundan daha büyük bir ödül kazanamayacağıma inanıyorum.

Kısa Kısa